Sabah ezanı ile kalkar, yarı uykulu yarı uyanık bir şekilde atmosfere oradan bütün evrene yayılan ezan-ı Muhammediyi hürmeten dinler, daha sonra uyuruz. Saat 7’de çalan alarm, bize kalkmazsak işe geç kalacağımızı söyler durur. Bir çırpıda kalkar, al yüz yıkama operasyonu için banyonun yolunu tutarız. Ailecek yapılan kahvaltılar bize bir mazi olarak kalmıştır artık. Bir bardak çay eşliğinde iki lokma bir şeyler atıştırdıktan sonra işe doğru yola koyuluruz.
Bazen sabahın soğuğu ciğerimize kadar işler bazen de sabah sabah terleriz. Balık istifi sıralandığımız otobüsler, tramvaylar, metrolar… Yer bulma şansımız sıfırdır. Yüzler asık, bazıları hâlâ uyuyor. Mahşeri bir sessizlik hüküm sürer, bazen. Yoldaki kazaya, tartışan insanlara çevrilir, başlar. Bir mırıldanma… “Ölü yaralı var mı?” diyen bir ses… Son durağa kadar oturacak ya da uyuyacak bir yer arayan gözler… Duraklarda inen yolculardan boşalan koltuklara oturma telaşı...
Alışan kulaklara sadece bir saat belirtisi haline gelmiş fabrika zili yankılanır, gece boyu yalnızlaşmış binada. Ağır ağır işlemeye başlayan makinalar. Çay molasının geldiğini belirten bir zil daha… Çaylar içilir, sohbetler edilir. Yemek yiyebilme telaşı sarar, bu saatten sonra. Sabahın kırgınlığını üzerinden atmış vücutlar, biraz daha gayretle çalışmaya başlar. Düşünceler dolaşır, karmaşıklaşır; bazen akşam oluverir bazen vakit aynı saatte takılı kalır.
Otobüs, yine aynı zaman için anlaşmış insanlar ile dolup taşar, yine oturacak yer arayan yorgun gözler, uyuyakalır ayakta. Yağmur varsa dışarıda kafalar eğilip kalkar ve buğulanan camlardan dışarı bakarak kendi duraklarına ne kadar kaldığını tahmin etmeye çalışırlar.
Akşam yemeği bir nimettir. İşyerinde acele acele yemek yemeye alışmış kollar, arkası arkasına yemek taşırlar mideye. Hem birazdan da ya dizi başlayacaktır ya da internete takınılacaktır. Çaylar televizyonun önüne gelir. Dizi başlamıştır, bulaşık sona bırakılır. Bütün yorgunluğunuzu attığınız koltuğa tam alışmışken, dizi en olmadık yerde biter. Hüküm dinlemez gözler de kendi bildiklerini okumaya başlamışlardır, artık.
Uyumak, ne tatlı şeydir. Dualar eder, şükürler eder yatağa gömülürüz. Ta ki ayarladığımız alarmın bütün rahatımızı kaçıracağı o zile kadar.
Bazen sabahın soğuğu ciğerimize kadar işler bazen de sabah sabah terleriz. Balık istifi sıralandığımız otobüsler, tramvaylar, metrolar… Yer bulma şansımız sıfırdır. Yüzler asık, bazıları hâlâ uyuyor. Mahşeri bir sessizlik hüküm sürer, bazen. Yoldaki kazaya, tartışan insanlara çevrilir, başlar. Bir mırıldanma… “Ölü yaralı var mı?” diyen bir ses… Son durağa kadar oturacak ya da uyuyacak bir yer arayan gözler… Duraklarda inen yolculardan boşalan koltuklara oturma telaşı...
Alışan kulaklara sadece bir saat belirtisi haline gelmiş fabrika zili yankılanır, gece boyu yalnızlaşmış binada. Ağır ağır işlemeye başlayan makinalar. Çay molasının geldiğini belirten bir zil daha… Çaylar içilir, sohbetler edilir. Yemek yiyebilme telaşı sarar, bu saatten sonra. Sabahın kırgınlığını üzerinden atmış vücutlar, biraz daha gayretle çalışmaya başlar. Düşünceler dolaşır, karmaşıklaşır; bazen akşam oluverir bazen vakit aynı saatte takılı kalır.
Otobüs, yine aynı zaman için anlaşmış insanlar ile dolup taşar, yine oturacak yer arayan yorgun gözler, uyuyakalır ayakta. Yağmur varsa dışarıda kafalar eğilip kalkar ve buğulanan camlardan dışarı bakarak kendi duraklarına ne kadar kaldığını tahmin etmeye çalışırlar.
Akşam yemeği bir nimettir. İşyerinde acele acele yemek yemeye alışmış kollar, arkası arkasına yemek taşırlar mideye. Hem birazdan da ya dizi başlayacaktır ya da internete takınılacaktır. Çaylar televizyonun önüne gelir. Dizi başlamıştır, bulaşık sona bırakılır. Bütün yorgunluğunuzu attığınız koltuğa tam alışmışken, dizi en olmadık yerde biter. Hüküm dinlemez gözler de kendi bildiklerini okumaya başlamışlardır, artık.
Uyumak, ne tatlı şeydir. Dualar eder, şükürler eder yatağa gömülürüz. Ta ki ayarladığımız alarmın bütün rahatımızı kaçıracağı o zile kadar.